6 Ağustos 2008 Çarşamba

Spinoza’nın Etika’sında Toplumsallık


Spinoza sürekli Tanrıdan söz ederken Tanrıtanımazlıkla, sürekli ruhtan, bilgiden, zihinden söz ederken materyalistlikle suçlanmış bir filozoftur. Ancak bütün bunların ötesinde o bu dünyada nasıl yaşanması gerektiğine ilişkin sözü olan bir filozof. Spinoza’nın Etika’sından yola çıkılarak nasıl bir toplumsallık anlayışı olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

Spinoza’nın Tanrı Anlayışı

Spinoza’da tanrı; “özü varlığı kuşatan , başka deyişle tabiatı ancak var olarak tasarlanabilen, kendi kendisinin nedeni” olarak tanımlanır.Tanrının bu genel tanımından sonra O nun özelliklerine ilişkin açıklamalarda bulunur. Tanrının maddi olanın yaratıcı nedeni olduğu düşüncesine karşıdır. “Cisim düşünceyle düşünce de cisimle sınırlandırılmamıştır.” Platon’cu idealar kuramına da Descartes’çı düalizme de karşıdır. “Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile var olan ve etkinliği yalnız kendisi ile gerektirilmiş bulunan şey hür’dür.… Farklı sıfatları olan iki cevher arasında ortak hiçbir yan yoktur….İki şey arasında hiçbir ortaklık olmadığı zaman onlardan biri ötekinin nedeni olamaz…Alemde aynı tabiatı ya da aynı sıfatı olan iki ya da bir çok cevher olamaz…. Bir cevher, başka bir cevher tarafından meydana getirilemez.” Görüldüğü üzere Spinoza madde ve düşünceyi aynı Tanrıda görür. Tanrının var oluşu ise özü gereği ve zorunludur. “Var olmak bir cevherin tabiatı gereğidir. Eser için olan bilgi, neden için olan bilgiye bağlıdır.Özden var olan bir şeyin, varoluşunu olumsuzlayan hiçbir şey bulunamaz.Tanrının tabiatını insan tabiatıyla karıştıranların hepsi kolaylıkla tanrıda sırf insan duygulanışlarını var sayarlar.” Tanrının bu kavranışı dışında kalan kavranışlarının insanın kendi doğasını tanrıya yansıtması olarak anlaşılması gerektiğini bildirir. Daha sonra tanrı ile insan ve doğa ilişkisini açıklamaya girişir.

Tanrı İnsan ve Doğa

“Değişiklik: Başka biriyle var olan ve ancak başka birini tasarlayarak tasarlanan olarak tanımlanır.Cevherin tanımından onun varlığı çıkarılmalıdır.Zorunlu olarak var olan şey yalnız sonlu varlıklardan ibaretse bundan şu sonuç çıkar ki; sonlu varlıklar mutlak olarak sonsuz bir varlıktan daha güçlü olacaklardır. Bu da şüphesiz saçmadır.” Varolanın ya cevher olacağını ya cevhere bağlı olarak var olacağını ya da var olamayacağını göstermeye çalışır. Burada Spinoza’nın heptanrıcı anlayışı tüm açıklığı ile karşımıza çıkar. “Öyleyse ya hiçbir şey var değildir ya da zorunlulukla var olan mutlak olarak sonsuz varlıktır…Sıfat: cevherde onun özünü meydana getirmek üzere algıladığımız şeye sıfat denir…Tavır: cevherin duygulanışına, başka deyişle kendi kendisine değil başka bir şeyde varolan ve ancak başka bir şey yardımıyla tasarlanana tavır denir.Uzamlı cevher tanrının sonsuz sıfatlarından biridir.Tabiatta asla boşluk yoktur, evrenin bütün bölümleri aralarında hibir boşluk olmayacak şekilde sıkı sıkıya bağlanmıştır. Bu nedenle cisimsel cevher bölünemez.(cisimsel cevherin Tanrıdan ayrı olduğu iddiasına cevap olarak)”

Varolan her şeyin tanrının çeşitli görüngüleri, değişiklikleri olduğunu bildirir. “Alemde yayılmış olan bütün tikel şeyler tanrının sıfatlarının duygulanışlarından yada tanrının sıfatlarını filan ve filan belirli bir tarzda ifade eden tavırlardan başka bir şey de değildirler”.


Tabiatta gerçekleşen her şeyin tanrının zorunlu doğasına bağlı olduğunu söyler. Spinoza erek düşüncesine karşıdır. Tanrının zorunlulukla eylediğini savunur. “Tabiatta zorunsuz olan hiçbir şey yoktur fakat orada her şeyin şu yada bu tarzda var olması ve bir eser meydana getirmesi tanrısal tabiatın zorunluluğu ile gerektirilmiştir.Tanrı eserlerini irade hürlüğüyle meydana getirmez. Şeyler tanrı tarafından meydana getirildikleri tarzdan ve düzenden başka hiçbir tarzda ve düzende meydana getirilemezler.” Tanrının zorunsuz varlık olmadığını gerekçelendirirken tanrının sıfatlarından yola çıkar. “Tanrı eğer ezelde verdiği emirden başka emirler verirse (evrenin düzeniyle ilgili) bu kendi emirlerini ister istemez değiştirdiği anlamına gelir bu da yetkinlikle ters düşer.Bilim yapmanın olanağı tanrıya irade hürriyeti vermemekle mümkündür.” Böylece nesneler dünyasına ilişkin bilim yapmanın metafizik temeli sağlanmış olur.Tanrının gücünü kullanmasının zorunluluklarını belirterek tabiattaki belirlenimi vurgular. “Her şey tanrının gücüne bağlıdır. Şeylerin olduğundan başka türlü olabilmeleri için zorunlu olarak tanrının iradesinin başka türlü olabilmesi gerekir; halbuki tanrının iradesi olduğundan başka türlü olamaz. Öyle ise şeyler de başka türlü olamazlar.” Doğa üzerinde ve onun dışında olup ona etkiyen tanrı anlayışlarıyla hesaplaşır ve bunun insanın düşünme biçiminin tanrıya yansıtılması olduğunu bildirir. “İnsan tabiatın rahat yaşamanın araçları olduğunu zanneder.Şeyler araç oldukları için kendi kendilerine yapılmış olduklarına inanmazlar. Tabiatı idare edenler olduğu fikrine kapılmışlardır. Ancak bilgisizlikten tanrılara kendi düşünme tarzlarını yüklemişlerdir.Yaşamlarını zorlaştıran şeyleri tanrının insanlardan öç almak için yaptıkları olarak algıladılar.” Tanrının yetkinliği ile ereklilik arasındaki çelişkiyi şöyle açıklar: “Nedeni doğrudan doğruya tanrı olan her eser üstün olarak yetkindir.Erek düşüncesi tanrıyı yetkinlikten yoksun hale koyuyor. Tanrı eğilim duyduğu bir ereğe göre hareket ediyorsa bundan şu sonuç çıkar ki tanrı eğilim duyduğu ve yoksun olduğu bir şeyi arzu ediyor demektir. Zorunlu olarak tanrının kendilerine ulaşmak için araçlar kullanmak istediği ve elde etmeyi arzu ettiği bir takım şeylerden yoksun olduğunu kabul zorundadırlar.” Bütün bu yanlış tanrı ve doğa algısının bilgisizlikten kaynaklandığını bildirir Spinoza: “İnsan bedeninin yapısını gördükleri zaman budalaca bir hayrete düşerler ve şüphesiz o kadar güzel bir düzenlemenin sebeplerini bilmemelerinden dolayı bu bilgisizlikleri onları bütün bunun asla mekanik kanunlara göre yapılmış olmadığını, tanrının sanatı olduğunu düşünürler. Spinoza’da insan tanrısal doğanın bir parçası olarak görülür. Bu nedenle bütün doğanın kendisi için yaratıldığı düşüncesi cehaletinin göstergesidir. “Her şeyin kendileri için yapılmış olduğu kanısında olduktan sonra insanlar kendileri için en faydalı olduğuna hükmettikleri şeylere var olanlar içinde en iyisi gözüyle baktılar.”

Ahlaklılık, İyi Ve Kötü

Spinoza’ ya göre ahlaki ilkeler ve değer yargıları insanın kendini hür görme yanılgısının ürünüdürler. “İnsanlar sağlığa yarayan ve tanrıya tapınmaya yardım eden her şeye iyilik bunların aksine de kötülük derler. İnsanlar kendilerini hür gördükleri için övme,yerme,erdem,düşüklük(rezillik) fikirlerine ulaştılar.” İnsanın bütün bu yanılgılardan kurtulması mümkün müdür? İnsan bu zorunluluklar evreninde nasıl yaşayacağına neye göre karar verecektir? Yaşamının ilkesi ne olmalıdır? Bütün bu sorunların yanıtı aranır Spinoza’da.

“Tanrının özü sonsuz olduğu için ondan sonsuz şeylerin çıkması gerekir.Öyleyse insan ruhunun bilgisine ve onun yüce mutluluğuna sanki elimizden tutup götürebilecek olanlardan söz etmeye kendimizi verdik.Düşünme tanrının bir sıfatıdır,yani tanrı düşünen bir varlıktır.Tanrı uzamlı varlıktır. Halk tanrının gücü deyince tanrının hür iradesini anlar.Bundan dolayı her şeye zorunsuz gözüyle bakılır;tanrıda her şeyi yok etme ve her şeyi yoklukta uzatmak gücünün var olduğu iddia edilir.Tanrının gücü tanrının etkin özünden başka bir şey değildir. İnsanın özü tanrının sıfatlarının bazı tavırlaşmaları üzerine kurulmuştur.” Tanrı ile insan arasında kurulan bu ilişki ahlaklı eylemle ilgili bir zemin var eder. Bu zemin nesnelliğe sıkı sıkıya bağlıdır. Hatta nesnellikle birlikte vardır. Çünkü ahlak alanı ancak bedensel varoluş alanında olanaklıdır. “İnsan ruhunun varlığını ilk meydana getiren şey bir fikirdir,bununla birlikte o varolmayan bir şeyin fikri değildir.Zira aksi halde bu fikrin varolduğu söylenemez.

İnsan ruhunu meydana getiren fikrin objesi bir beden ise,bu bedende ruh tarafından kavranmayan hiçbir şey olmayacaktır.Ruhumuzun objesi varolan bedenden ibarettir ve başka bir şey değildir.İnsan can ve tenden ibarettir ve insanın teni onun hakkındaki duygumuza uygun olarak vardır.”

Spinoza doğadaki zorunluluk ilişkilerine metafizik bir temel oluşturmaya çalışır. “Cisimler birbirinden hareket ve sükunları dolayısıyla ayrılmış olan tekil şeylerdir. Hareket halindeki bir cisim başka bir cisim tarafından sükunda gerektirilinceye kadar hareket eder ve sükun halindeki bir cisim başka bir cisim tarafından hareketi gerektirilinceye kadar sükun halinde kalır. Cisimlerin birbiriyle etkileşiminden dolayı aynı etki farklı sonuçlar doğurur.”

İnsanın diğer varlıklardan farklı özelliklerini ve zenginliğini insan ruhunun özelliklerini tanımlayarak açıklamaya çalışır. Tabii insan ruhu tanrısal doğanın zorunluluklarına bağlı olarak bu özellikleri göstermektedir. “İnsan ruhu algıyla kavramaya elverişlidir ve bedeninden fazla bir çok biçimler verebilmeye elverişlidir. İnsan teninin bir dış cisimle herhangi tarzda duygulandığı zamanki duygulanış fikri insan teninin ve bir dış cismin tabiatını kapsar. İnsan ruhu kendi bedeninin tabiatıyla birlikte birçok cismin tabiatını da tasarlar.”

İnsan Bilgisinin Değeri

Spinoza’da doğada var olan her şey tanrının modifikasyonları olarak tasarlanmıştı. Bu nedenle bilgimiz gerçekliği yansıtabilir.çünkü doğada cisimsel olanla düşünsel olan arasında uygunluk vardır. “Eğer insan bedeni dış cisimlerle duygulanmış ise bu cisimler varolmasa ve hazır bulunmasa bile ruh onları hazırmış gibi görecektir. Fikirlerin düzen ve bağlantısı şeylerin düzen ve bağlantısının aynısıdır.Ruh kendi kendisini ancak bedenin duygulanışlarının fikirlerini kavraması bakımından bilir. İnsan ruhu, bedenin, ruhun ve dış cisimlerin upuygun(aracısız,deneyimsiz) bilgisine ulaşamaz.Bu nedenle bilgisi bulanıktır.

Bütün tikel şeylerin zorunsuzluğu süreyle sınırlanmış olmalarından gelir.Bunun dışında zorunsuzluk yoktur.”

Düşünce ile şeyler arasındaki bu koşutluğa rağmen yanılgılı bilgi nasıl mümkün olmaktadır? Spinoza bunu bilgisizliğe bağlar. İnsan deneye dayalı bilgiyle yetinirse yanılmaktan kurtulamayacaktır. Doğru bilgi için ussal ve sezgisel bilgiye ulaşmalıdır. “Yanlışlık ve hata upuygun olmayan ya da eksik ve bulanık fikirleri olan bilgi yokluğundan ya da eksikliğinden ibarettir. Bütün fikirler tanrıya nispet edilmeleri bakımından doğrudurlar. İnsanlar hür olduklarını zannederek aldanıyorlar.Bu sanı yalnız hareketlerinin şuuruna sahip olmaları ve onları gerektiren nedenleri bilmemelerinden geliyor. Deneye dayanan bilgi yanlışlığın biricik sebebidir.Ussal ve sezgisel bilgi zorunlu olarak doğrudur. Şeyleri zorunsuz değil,fakat zorunlu olarak göz önüne almak aklın tabiatı gereğidir.”

Spinoza istenç özgürlüğünü reddeder. Bütün istemelerin bir nedenle gerektirildiğini ve bu gereklerinde gerektirildiğini bildirir. Bu nedenle yapılması gereken ussal olanı bilmek ve ona uygun yaşamaktır. “Ruhta mutlak ya da hür hiçbir irade yoktur.Fakat ruhun ya şu ya da bu şeyi istemesi nedenle gerektirilmiş olup o da yine bir başka nedenle gerektirilmiştir ve bu sonsuzca böyle gider”

İstenç Özgürlüğü Mümkün Mü?

Spinoza sisteminin aynı etkilerin söz konusu olduğu bir durumda insanın neyi niçin seçeceğini ya da seçim yapamayacağını, bundan dolayı istenç özgürlüğünün iş görmesi gerektiğini söyleyerek eleştirebileceklerini belirterek; “Buridan’ın eşeği gibi denge halinde kaldığında hür irade yoksa insan açlık ya da susuzluktan ölecek midir? Aynı uzaklıktaki filan gıda veya içecek ve açlıkla susuzluktan başka bir şey algılamayan insanın açlık ve susuzluktan öleceğini kabul eder.Bu adam adam değil de eşek değil midir diye sorar.Kendini asan bunak ya da çocuğun durumunun da aynı olduğunu belirtir.”

Bizim ancak tanrının iradesiyle hareket ettiğimizi ve etkilerimiz ne kadar yetkinse tanrısal tabiata o kadar karıştığımızı ve tanrıyı daha yetkin anladığımızı anlatır bu doktrin.

Erdem, İyilik, Mutluluk Ve Ussallık

Üstün mutluluğumuzun ne olduğunu öğretme çabasındadır. “Erdem ve tanrıya bağlılık üstün iyilik ve üstün hürlüktür.Tanrıya bağlılıklarından ötürü ödül bekleyenler erdemden uzaktırlar.Talihimizin tanrının ezeli emrinden çıktığını bilerek şu ya da bu talihi aynı zihniyetle beklemeli ve katlanmalıyız. Yalnız akılla hareket etmeli, kimseden nefret etmemeli, kimseyi hor görmemeli, kimseye kızmamalı,alay etmemeliyiz.”

Spinoza insanın gerçek anlamıyla etkin olabilmesini tanrısal zorunluluğun bilgisine Ulalaşabilmesine bağlar. İnsanın bu etkinliği istenç özgürlüğü anlamına gelmez ama yalnızca nedenlerin bilgisine ulaşma ve ussal olana uygun eyleme anlamına gelir. “Yurttaşların yönetilmeleri ve yöneltilmeleri için gereken şartı öğretir.Bu da onların köle olmaları için değil kendilerine en iyi olanı hür olarak yapmaları içindir. Ruhumuz bazı şeylerde etkindir, bazı şeylerde edilgindir.Yani upuygun fikirleri olduğu zaman zorunlu olarak etkindir. Fikirleri upuygun değil olduğu zamansa zorunlu olarak edilgindir.Upuygun fikirler tanrıda da upuygundur.Upuygun fikirler ne kadar çoksa insan o kadar aktiftir.” Spinoza Platoncu ve Sokratesçi bilgi anlayışlarını eleştirir. İnsan ruhunun ancak bedenle birlikte etkin olduğunu bu nedenle bilgilerin doğuştan getirilemeyeceğini savunur. “Beden uykuya daldığı zaman ruhun bütün yetkileri boşlukta değil midir?Ruh bedeni yöneltmez.İkisi birlikte hareket eder. Akıl bize insanların kendi hareketlerini bildikleri halde hareketlerini gerektiren nedenleri bilmemeleri yüzünden kendilerini hür zannettiklerini öğretiyor. Önce bizde hatırası olmadan ruhun emriyle hiçbir şey yapamayız.Bir şeyin hatırlanması ya da unutulması ruhun hür iradesine bağlı değildir.”

Sakınım

Spinoza var olanın varlığını koruma eğiliminde olduğunu bildirir. Buradan yola çıkarak ussal olanı dolayısıyla ahlaki olanı açıklamaya çalışır. “Her şey kendi varlığında devam etmek için elinden gelen bütün çabaları yapar.Ruh kendi varlığını saklamak için çabalar.Ruh elinden geldiği kadar bedenin etkileme gücünü arttırmaya çalışır.” Bu ilkeden yola çıkarak çeşitli insan duygulanışlarının ussal açıklamalarına girişir. “Eğer birisi bir başkası tarafından sevildiğini hayal ederse ve ona hiçbir sevgi nedeni vermiş olmadığına inanırsa ona karşılık oda onu sevecektir. Sevginin büsbütün yendiği kin sevgi halini alır ve sevgi bu sebeple kendisinden önce bir kin bulunmayan sevgiden daha büyük olur. Gurur insanın sevgi ile kendisi hakkında olduğundan daha üstün hüküm vermesinden ibarettir. Kendini küçümseme keder yüzünden haklı olduğundan daha az kendi hakkında hükümde bulunmaktan ibarettir.”

Zorunluluktan Erdeme

Sipinoza bütün düşüncelerin ve değerlerin gerektirilmiş olduğunu, zorunlu olduğunu bildirir. Bu nedenle ussal olmayan iyi, kötü, erdem, mutluluk kavramları evrensel olamazlar. “Ruhun şu şeyden ziyade bu şeyi düşünmesi gerektirilmiştir. İyi ve kötü düşünce tarzlarından ve oluşturduğumuz kavramlardan başka bir şey değildir.Musiki melankolik için iyi,taşkın mizaçlı için kötüdür.” Bu kavramları ussallaştırarak sakınım ilkesi çerçevesinde yeniden açıklamaya çalışır. “İyi deyince ileri sürdüğümüz insan tabiatı modeline bizi gittikçe daha çok yaklaştıracak bir araç olduğunu kesinlikle bildiğimiz bir şeyi anlayacağız; kötü deyince tersine bu modeli meydana çıkarmaya engel olduğunu kesinlikle bildiğimiz şeyi anlayacağız.

Erdem ve güç deyince ben aynı şeyi anlıyorum.Yani insana atfedilmesi bakımından erdem,sırf kendi tabiatının kanunları ile tanınabilen bazı şeyleri yapmak gücüne sahip olmak bakımından insanın özü ya da tabiatıdır.” Spinoza insanın varlık alanının bu dünya olduğunu bildirir. Bedenin ve ruhun birliğinden zorunlu olarak çıkar bu varlık anlayışı. Bu nedenle insan doğanın zorunluluklarınca aşılmış ona bağlanmıştır. “İnsanın varlıkta sürüp gitmesine sebep olan kuvvet sınırlıdır ve dış nedenlerin gücü tarafından sonsuzca aşılmıştır. İnsanın gücü aktüel özüyle açıklanabilmesi bakımından sonsuz gücün yani tanrının ya da tabiatın özüdür.

İnsan zorunlu olarak daima posiyonlara(edilgin) bağlıdır.Tabiatın ortak düzeni ardından gider ve ona boyun eğer ve şeylerin tabiatının gerektirdiği kadar ona uyar.İyi ve kötü bilgisi haklarında şuur sahibi olmamız bakımından sevinç veya keder duygulanışından başka bir şey değildir. İyi ve kötü hakkında doğru bilgiden doğan bir arzu hükmü altında bulunduğu duygulanışlardan doğar.Başka birçok arzularla söndürülebilir ya da azaltılabilir.Herkesin iyi ya da kötü olduğuna hükmettiği şeye karşı kendi tabiatının kanunlarıyla zorunlu olarak iştahı ya da nefreti vardır.” Görüldüğü üzre insanın iyi olana zorunlu bir yönelimi vardır. Sakınım ilkesinden dolayı iyi olanın kendini korumayla ve ussal olanla zorunlu bağı vardır. Bu durumda kendine yararlı olan ussal davranış ahlaklı davranışın temeli olur. “İnsan faydalı olanı aramaya yani kendi varlığını korumaya çalışırsa o kadar fazla güç sahibi olur ve o kadar çok erdem kazanır ve tersine faydalı olandan yani kendi varlığını korumadan ne kadar kaçarsa insan o kadar güçsüz olur.Öyleyse hiç kimse kendine faydalı olana karşı arzu duymadan ya da kendi varlığını korumadan vazgeçmez.Kendi kendini koruma çabasından önceki hiçbir erdem tasarlanamaz.Kendi kendini korumak için çaba erdemin ilk ve biricik köküdür.Zira bundan önce gelen başka hiçbir ilke tasarlanamaz. Mutlak olarak erdemle işlemek bizde aklın yönetimi altında asıl faydalının aranması ilkesine göre varlığını korumak,işlemek ve yaşamaktan başka bir şey değildir.” Bize ahlaklılığı sağlayacak tek yol bilgidir. Zaten etkin olduğumuz tek alan bilmedir. “Biz yalnız bilmemiz bakımından etkiniz. Gerçekten bilgiye götürenden ya da ona sahip olmamıza engel olabilenden başka kesinlikle iyi ya da kötü olduğunu bildiğimiz bir şey yoktur. Ruhun üstün iyiliği tanrı bilgisidir ve ruhun üstün erdemi tanrıyı bilmektir. Bir şey bizim tabiatımızla uyuştuğu için zorunlu olarak iyidir.” İnsan bilmesi bakımından etkin ise bilgisini artırdıkça diğer insanlarla da uyuşacaktır. Çünkü ussal olan bütün insanlarda bir ve aynı şeydir ve tanrının zorunlu doğasına uygun olandır.ahlaklı eylemin evrenselleşmesini ve erdemin gerçekleşmesini böylelikle temellendirmiş olur. “İnsanlar edilgilere(pasif hallere) boyun eğdikleri ölçüde onların tabiatça uyuştukları söylenemez. İnsanlar edilgili olan duygulanışların hükmü altında olmaları bakımından birbirine karşıt olabilirler. İnsanlar yalnız akıl düsturuyla yaşadıkları için birbiriyle daima tabiatça zorunlu olarak uyuşurlar.

İnsana tabiatta akıl düsturuna göre yaşayan bir insandan daha faydalı olan hiçbir tekil şey yoktur. Her insan kendine faydalı olan şeyi en fazla aradığı zaman insanlar birbiriyle çok faydalı olurlar. Erdemle işlemek akıl düsturuna göre işlemek demektir ve akılla yapmaya çalıştığımız her şeyi bilmektir.Böylece erdemin peşinden giden kimselerin üstün iyiliği tanrıyı bilmektir.Yani bütün insanlarda olan bir iyiliktir ve o insanların aynı tabiatta olmaları bakımından bütün insanlarca aynı suretle elde edilebilir.Erdem peşinde koşan bir kişi kendisi için istediği iyiliği başkası içinde isteyecektir.”

Bireysellik ve Toplumsallık

Ussal olana uygun yaşamak bireysel çıkarın toplumsalla uyumunu sağlamayı gerektirir. Bunun olabilmesi için bireylerin tabii haklarından vazgeçmeleri en akıllıca yoldur. “İnsanların ahenk ve uyuşma halinde yaşayabilmeleri ve birbirine yardım etmeleri için tabii haklarında vazgeçmeleri ve başkasına zarar vermeye elverişli olabilen hiçbir şeyi yapmayacaklarının birbirine sağlamaları zorunludur.” Bütün bunlardan bir ahlak tanımı çıkarır.

“Aslı(kökü) aklın düsturuna göre yaşamamızdan gelen iyilik yapma arzusuna ahlak diyorum.Yaşayan insanın aklın düsturuna göre ele alan başkalarına da dostluk bağı ile bağlanan arzuya namusluluk, aklın düsturuna göre yaşayan insanları övenlere namuslu, dostluğun korunmasına karşı koyanlara aşağı diyorum.”

Spinoza’nın toplumsal yaşamın ussal organizasyonu ve bu organizasyon içinde bireyin durumuna ilişkin düşünceleri sözleşmeci filozofları anımsatmaktadır. “Herkes daha büyük bir zarar korkusuyla zarar vermekten çekinir,vazgeçer. Tabii halde hiç kimse ortak uygun görme ile hiçbir şeyin efendisi değildir.Kimsenin bir ‘şey’i yoktur.Haklı haksız yoktur.Dolayısıyla medeni halde hangi ‘şey’in kime ait olduğu belirlenir.Böylece haklı haksız,günah ve sevap ruhun tabiatını açıklayan sıfatlar değil dışsal olan kavramlar olarak ortaya çıkar. Akılla yöneltilen insan ortak fermana;kamusal emre göre yaşadığı sitede yalnız kendi kendisine boyun eğmiş olduğu yalnızlık halindekinden daha hürdür
Akılla yöneltilen insan hür yaşamak için sitenin ortak haklarını gözlemlemek ve onlara göre yaşamak ister” bireyin toplumsal yaşam içinde yöneltileceği davranışlar ussal bir yaşamın zorunlu ilkeleridir. “Yoksulların yardımına koşmak bütün toplumun borcudur ve yalnızca kamu faydasına aittir. Edilgi olan bir davranış onun hakkında açık ve seçik bir fikir edinilir edinilmez bir edilgi bir pasif hal olmaktan çıkar. Bir duygulanış bizce ne kadar iyi bilinirse bu duygulanış o kadar az bizim gücümüzdedir ve ruh onun etkisinde o kadar az kalır o kadar az edilgin olur.”

Demek ki, toplumsal sorunların kaynağında bilgisizlik yatmaktadır. Ussal olana uygun yaşamaları durumunda insanlar, sakınım ilkesi gereği hem kendilerini koruyacak hem diğerlerinin haklarına saygı duyacak, onların varlığını gözetecek, sevgiyle yaklaşacak ve tanrısal zorunluluğa uyumlu ussal toplumu var edebilecek. Bu ussal toplumda bilge kişinin görevi insanı ussal olan davranışa yöneltmektir. Daha çok insanın ussal olana yönelmesi ile toplumun uyuşum düzeyi yükselecektir. İnsanlar ve toplumlar evrensel düzeyde uzlaşma yoluna giderek ussal toplumu kurabilir. İnsanları uzlaşmaya götüren her şey iyi;uyumsuzluğa götüren ise kötüdür. Sonuç olarak Spinoza’nın etik anlayışı uyuma ve uzlaşmaya dayalı karşılıklı hakların tanındığı ayrımcılığın olmadığı ussal bir toplum projesine vardırılabilir. Ancak böyle bir toplumun gerçekleşmesini sağlayacak toplumsal güçlerin yeterli açıklıkta ortaya konduğunu söylemek güçtür.

Kaynakça

Spinoza, Etika, Dost Kitabevi, 2004, Ankara

Afşar Timuçin, Düşünce Tarihi 2, Bulut Yayınları, 2005, İstanbul

Ulus Baker, Spinoza: Hayatın Geometrisi, @kör otonomedya, (makale)

Hiç yorum yok: