6 Ağustos 2008 Çarşamba

Aydınlanma, Us ve Kültür Tartışmaları


Son 20 yıldır yüksek düzeylere ulaşan küresel göç sanayileşmiş ülkelerin önemli sorunlarından biridir. Bu sorun asimilasyon, çok kültürlülük, ayrımcılık, egemen kültür, alt kültür tartışmalarını beraberinde getiriyor.

Tartışmalarda son yüzyılda çokça eleştirilen aydınlanma ve us önemli bir yer tutuyor görünmektedir. Us ayrımcılığın, baskının, dışlanmanın nedeni olarak görülebildiği gibi sorunun çözümü olarak da görülebilmektedir. Ayrımcı ve dışlayıcı olmayan ama evrenseli ve ussalı yadsımayan bir çözüm olanaklı mı? Böylesi bir çözüm arayışı aydınlanma ve us üzerine bir tartışmayı gerekli kılıyor.

Kendisinden önceki usçu geleneğe de yaslanarak aydınlanma; Avrupa’nın toplumsal çalkantılarla dolu bir döneminde toplumsal dönüşümün düşünsel ifadesi oldu. Aydınlanmayla insan Tanrı’nın kulu olmaktan çıkıp, biyolojik bir organizmaya dönüştü. Tanrıyla bağı koparılan insan; fizikle yasalılıkları bilinebilecek olan doğanın fizyolojiyle bilinebilecek olan bir parçasına dönüştü. “Us dünyadaki olgular arasında, insanların eylemleri arasında ussal, bu yüzden de her birimiz tarafından kavranabilir bir ilişkinin hüküm sürdüğü savıyla hareket eder… Ussal ve herkes tarafından anlaşılabilir olan şey bizim bireysel olarak değiştiremediğimiz mantıksal bağlamı betimler.”(Alex Demiroviç.Us ve Dışlanmanın Mantığı.Felsefelogos 29 2006)

Toplumsal alanda ise belirgin eğilim ussal bir yapının gerekliliği düşüncesiydi. Bu eğilim en etkili anlatımını J.J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde buluyordu. Usun kuşatıcılığı Aydınlanmanın toplum projesinde açıklıkla görülür.Rousseau’nun sözleşmesi bireylerin özgür bir bağlaşmasının ürünü olarak tasarlansa da bireysel isteklere göre değil genel isteme göre oluşur. Kuşkusuz bu genel istem ussal ilkelere göre belirlenecektir. İnsan ussal bir varlık olduğuna göre ve aklın ilkeleri hepimiz için geçerliyse bireyler bencil çıkarlarının önüne genel istemi koymayı özgür iradeleriyle isteyeceklerdir. Halk sözleşmenin dayanacağı güç durumundadır. Ancak aydınlatılması, bilgilendirilmesi gerekir. Bu olmadığında halk kötüye yönelebilir. Rousseau toplum sözleşmesinde bunu şu şekilde açıklar: “Söylediklerimizden genel istemin her zaman doğru olduğu ve her zaman halk yararına yöneldiği sonucu çıkar, halkın tüm kararlarının her zaman aynı doğrultuda olduğu sonucu çıkmaz. İnsanlar her zaman kendi iyiliklerini isterler ama onu her zaman göremezler. Halkı hiçbir zaman bozamazlar, ne var ki onu sıksık aldatırlar, işte yalnız o zaman halk kötüyü ister görünür. ( J.J. Rousseau , Toplum Sözleşmesi )

Ussal olan herkes tarafından anlaşılabilir olandır. Böylelikle, us bireyin dinsel hiyerarşinin egemenliğinden çıkarır. Onu özgürleştirir. Özgürleşen bireyler herkeste ortak olan ussal üzerinden bir araya gelirler. Ussal olan evrensel olma iddiasındadır. Bu iddia aynı zamanda dışlamanın, ayrımcılığın kaynağınada dönüşebilir. Us henüz açıklayamadığının da açıklanabilir olduğunu, anlaşılabilir olduğunu savunur. Ancak henüz anlaşılmamış, açıklanmamış olana yönelik bir dışlayıcışlığıda söz konusudur.

“Usun kendisi tarafından henüz kavranmamış olana yönelik kendine özgü yönelimi kuşatmacı dışlamadır. Diğerinin us dışılığını yine de görebilme ve onu usun kavramları altına yerleştirecek tehditkar anlamını oratadan kaldırma arzusu, sahip olma ve kontrol etme bununla bağlantılıdır.” (Alex Demiroviç,Us ve Dışlamanın Mantığı, Felsefelogos 2006/1 ) Böylelikle usun buyruğuna uygun yaşamayanlar ya aldınlatılması, bilgilendirilmesi ya da dışlanması gerekenler olarak görülür. Şöyle de denebilirki diğeri usun buyruğuna uydukça kabul görür, uymadıkça dışlamanın hedefi olur.

Spinoza doğadaki devinimi zorunluluklara bağlar. Doğadaki zorunluluk us içinde geçerlidir. Çünkü “Fikirlerin düzen ve bağlantısı şeylerin düzen ve bağlantısının aynısıdır.” dolayısıyla: “Şeyleri zorunsuz değil fakat zorunlu olarak göz önüne almak aklın tabiatı gereğidir.” ( Spinoza, Etika Ankara 2004 ) İnsanın etkin yanı bilmesidir. İnsana zorunlulukların bilgisini sağlayansa usdur. Demek ki insan usa uygun yaşadıkça etkinleşecek ve evrensele ulaşacaktır. “İnsanlar edilgilere boyun eğdikleri ölçüde onların tabiatça uyuştukları söylenemez. İnsanlar edilgili olan duygulanışların hükmü altında olmaları bakımından birbirine karşıt olabilirler. İnsanlar yalnız akıl düsturuyla yaşadıkları için birbiriyle tabiatça zorunlu olarak uyuşurlar.” ( Spinoza, Etika Ankara 2004 )

Bu düşüncenin kültür alanına uygulanışı egemen kültürün kendini evrensel olarak dayatması olabilmektedir. Diğerinin ussal olan egemen kültüre katılması zorunludur. Çünkü egemen kültürün dışında kalan ussal olmayandır. Dolayısıyla yanılgılı olandır. Bu yanılgı bilgisizlikten kaynaklanan bir yanılgıdır. Eğer aydınlatılırlarsa us düsturuna göre yaşayacaklar, eşdeyişle egemen kültürle uyuşacaklardır.

Us insanların ussal olana göre yaşayacakları bir dünyayı tasarlamanın aracıdır. Böylelikle us yalnızca bilgi yeteneği değil aynı zamanda pratik bir yetenek olur. “Ussal kavrayış bir bağlamda pratik yeniden yapılandırmayı olanaklı kılar. Bir şeyi planlama, yapılandırma, değiştirme; nesnelerde yeni görüntüler farketme ve onları yeni bir şey üretmek üzere kullanma yeteneğidir.” Edilgili duygulanışların hükmü altında olanlar veya henüz açıklayamadıklarımız nedeniyle toplumsal yaşamda us dışılıklar ve çatışmalar olabilir. Ancak toplum her seferinde us tarafından yeniden kurulur.

Aydınlanma ussal bir toplum tasarımıyla özgürleştirici bir etki yarattı. Ancak vardığı sonuçlar özgürlük bağlamında çeşitli sıkıntıları beraberinde getirdi.

Max Horkheimer, öznel us , nesnel us ayrımı yapar. Öznel us anlama yetisi, düşünme aygıtının soyut işleyişidir. Nesnel us ise insan ve amaçlarını da içine almak üzere bütün varlıkları kapsayan bir hiyerarşi oluşturmayı amaçlayan ustur. “Aydınlanmadan bu yana öznel us, nesnel us aleyhine önemli gelişme kaydetmiştir.” ( Besim Dellaloğlu, Toplumsal’ın Yeniden Yapılandırılması, Bağlam Yayınları )

Adorno’ya göre Aydınlanma kendi kendini imha etmiştir. Tümelin us yoluyla tikel üzerindeki egemenliği bireyin tümeli usun somuttaki gerçekleşmesi olarak görmesine neden olur. Birey kendini tümelin kendisine öngördüğü rollerin dışında tanımlayamaz olur. Us araçsal ve faydacı bir hale gelir. Araçsal usun egemenliği soykırım,kitlesel savaşlar düzeyine ulaşan bir dışlayıcılığın nedeni olur.

Habermas, Horkheimer ve Adorno’nun araçsal us eleştirilerine katılır. Ancak aydınlanmanın ürünü olarak tekrar usun insanlığı her çeşit vesayetten kurtarmanın üstesinden gelebileceğini savunur. Usun bu olanağını, amaç ussal eylemin yanına iletişimsel eylemi koyarak ortaya çıkarmaya çalışır.

Araçsal usun egemenliğine karşı ussalı yadsıyan öneriler göç, asimilasyon, kültür tartışmaları söz konusu olduğunda özgürlükler bakımından sorunlu görünür. Usa dayalı bir evrensel arayışının terkedilmesi bireyin totaliter bir tikele terkedilmesi anlamına gelebiliyor. Göç alan ülkelerde göçmenlerin gettolarda içine kapanık ve bireysel özgürlüklerin sınırlandığı bir yaşama mahkum edilmesi bu durumun bir yönüyken, diğer taraftan Afrika gibi bir kıtanın kendi sorunlarıyla başbaşa bırakılması olağanlaşabiliyor. Bu nedenle tikelin daraltıcı ve boğucu belirlenimine karşı evrensel “makul standartlar korunmalı”. Ancak bireyi pazarın emrine veren bir çeşit amaç ussallığa da karşı durulmalıdır. Farklılıkların korunması ve birlikte yaşaması evrenselin ortaya çıkmasının engeli olarak görünmemelidir.

Kaynakça

Timuçin, Afşar. Düşünce Tarihi 2. İstanbul. Bulut Yayınları 2005

Spinoza, Baruch. Etika . Çev. Hilmi Ziya Ülken. Ankara. Dost Kitabevi 2004

Demiroviç, Alex. Us ve Dışlamanın Mantığı. Çev. Metin Toprak. Felsefelogos 17 No:26 2006

Dellaloğlu, Besim. Toplumasal’ın Yeniden Yapılanması. İstanbul. Bağlam 2004

Horkheimer, Max. Akıl Tutulması. Çev. O. Koçak. İstanbul. Metis 1990

Hiç yorum yok: